Hülya Avşar

Perşembe, Aralık 18, 2003

Can Dündar'ın kaleminden Hülya Avşar


Hülya Avşar, şöhretinin 20. yılında "Avşar elleri"nin üç kuşağını anlattı

Babam, ben, kızım...


18 yaşında İstanbul'a geldi Hülya Avşar… Karnında, bitmiş bir evlilikten artakalan dört aylık bir bebekle… Dibe vurduğu noktada değişti kaderi ve bir starın doğuşu başladı


Hülya Avşar'ı 20 yıldır popüler kültürün kraliçe tahtında tutan nedir? Yeteneğini, güzelliğini, işbilirliğini bir kenara koyarsak-ki aslında her biri, kenara konamayacak kadar etkili vasıflar- bence ona bu tahtı bahşeden asıl özelliği, 20. yüzyılın finaline damgasını vuran bir rüzgarı, daha doğrusu bir ihtiyacı yakalamış olması… O özelliğin adı; özgüven… 1960'ların, 70'lerin o korunmaya muhtaç, boynu bükük, güvensiz, ezik kadınlarının yerine "En güzel benim", "Her şeyi yapabilirim", "Hepinizle baş edebilirim" diyen bir kararlılıkla çıkageldi yeni kadın… Zaman zaman sevimsiz olmayı göze alabilen bir ataklık ve mahremiyete kafa tutan, mahcubiyete meydan okuyan bir yırtıklıkla… "Haddini bil" diyen eski terbiyeye dikbaşlılıkla kafa tuttu. Erkeğinin çapkınlığına göz yumarken bile bunu bir boyun eğişten ziyade gerçekçilik ambalajına soktu. Ama bu huylar onda sakil durmadı. Sinemadan, müziğe, dergicilikten, penyeciliğe, tiyatrodan, felsefeye kadar her alana 'cüretle' dalmasında ukalalıktan çok çocuksu bir merak duygusu seziliyordu. Programında konuklarının yorgan altını deşerken, klibinde kalçalarını iki yana sallarken ya da reklamlarda kadın bağını tabu cenderesinden kurtarırken cüretkarlığı-'aşırı' olsa da-'bayağı' değildi. Çocuk sahibi olduktan sonra o polemikçi yırtıcılığının yerini bir dinginlik aldı. Hayata erken karışanların çoğu gibi tez olgunlaştı. Polemiklerden uzak durmaya, rakiplerini zor günde aramaya başladı. Şöhretin kendisini güden bir değnek olmasına izin vermemiş, onu kendi hizmetinde bir saltanat asasına dönüştürebilmişti. Onu bir marka haline getiren bu özelliklerinin ipuçları mazisinde... Hayat öyküsünü okuyunca bunların hiçbirinin tesadüfen edinilmiş vasıflar olmadığını siz de anlayacaksınız. Dadaloğlu'nun "Kalktı göç eyledi Avşar elleri…" diye başlayan dizelerindeki 'eller', Hülya Avşar'ın 'eller'i… Mensubu olduğu Avşar aşiretinin kökleri Kayseri Pınarbaşı'na uzanıyor. Bir Oğuz boyu olan aşiret sonradan Kars'a göçtü. Ardahan'a yerleşti, burada Kürtlere karıştı ve Hülya Avşar'a gelene dek tamamen Kürtleşti. 1960'ların başında Emral adlı bir hemşire, Kars'ta bir doktorun yanına staja geldi. Orada doktorun kardeşi Celal'le tanıştı. Aşık oldular birbirlerine… Ama ikisinin ailesi de istemedi evlenmelerini... Bunun üzerine Celal, Emral'ı kaçırdı. Evlendiler. Emral, aileye gelen ilk Türk gelin oldu. Çift, Emral'ın hemşire olduğu Balıkesir Edremit'e yerleşti. Celal, Emlak Kredi bankasında işe girdi ve daha askere gitmeden Emral hamile kaldı. 1963 Ekiminde sapsarı saçlı bir kızları oldu. Babaanne 'Malakan Curri' dedi küçük kıza; Kürtçe 'Sarı çiyan' anlamında… Sonra Emral, daha modern bir isim taktı: "Hülya…"

Evde Kürtçe
Altı ay sonra Ankara'ya, Emek, İsrail evleri 78. sokağa taşındı Avşar ailesi… ("Hâlâ oraya gittiğimde salya sümük ağlıyorum" diyor Hülya…) Aşiretin çoğu mensubu Başkent'teydi. Celal'ler 14 kardeşti, her birinin en az altı çocuğu vardı. Bu kalabalığın içinde, erkek çocuk gibi yaramaz büyüdü Hülya… İki de kız kardeşi oldu sonradan… Celal Bey, askerden dönünce Emlak Bankası'nın Ulus'taki binasında işe başladı. Babaanne Daduk hiç Türkçe bilmezdi. O yüzden evde Türkçe değil, Kürtçe konuşulurdu. Hülya Avşar, bugün konuşulanları anlayabilecek kadar Kürtçe biliyor, ancak kelimeleri bir araya getirip konuşamıyor.

Ankara'nın milli güzeli
Muhafazakâr baba, kızlarını disiplinli yetiştirdi. İş dönüşü evde olmazlarsa külahlar değişilirdi. Daha altı yaşında Hülya ile kardeşini 19 Mayıs spor salonuna yüzmeye yazdırdı. Kızlar DSİ klübünde lisanslı yüzdüler, sonra voleybol oynadılar, bu sayede erken gelişip serpildiler. Anıttepe lisesinde okumaya başladıklarında öyle alımlıydılar ki, onları neredeyse bütün Ankara tanıyordu: "Çalışkan değildim. Ders çalıştığımı gören olmamıştır. Ders çalışır gibi odaya kapanırdım, ama aslında hocaları dinlediğimle sınıf geçerdim. Dönem başında babama 'Çok kitabım var' diye büyük çanta aldırırdım, (ilk oyunculuk denemeleri!) okula giderken çantanın dibine blucin, tişört, allık vs. koyardım. Ve arkadaşlarla okuldan kaçardım. Okulu kırmak, büyüdüğümüzü gösteren bir şeydi. 4. caddede, Arı sinemasına gelmeden, Bahar pastanesini geçince Santo diye bir yer vardı, oraya giderdik. Bazen de Kızılay'da Sergen'e, Panaroma'ya ve Klüp'e… Henüz Ankara çok küçüktü ve biz Başkent'in milli güzellerindendik o zaman… Hakikaten çok güzel bir kızdım. Şimdi bana güzel müzel diyorlar ama o zamanki halimi görseydiniz…"

Yine göç eyliyor Avşar elleri
Arada Celal Bey, kızlarını Maltepe'de Kebap 49'un yanındaki As sinemasına götürürdü. Brooke Shields'i, Nastassia Kinski'yi, Filiz Akın'ı ve Gülşen Bubikoğlu'nu beğenirdi Hülya… CHP'liydi Celal Bey… Kızı Mülkiye'de okusun istiyordu. Türkiye hareketlenmeye başlamıştı. Hülya'nın okulu solcuların elindeydi, ama oturdukları semt MHP'lilerin bölgesiydi; 7 TİP'li genç oralarda katledilmişti. Korkudan okula gidemediği olurdu. Ailede siyasetle ilgili olanlar vardı. Hülya onlardan biri olmadı. "İyi sıyırdım" diyor bugün… 16 yaşında, yaşıtlarını kuşatan siyasetten sıyrıldıysa da, sevda cenderesinden sıyrılamadı. İsrailevleri'nde oturan, Ziraat fakültesinde okuyan bir oğlana tutuldu. Neden mi? "Kırmızı bir BMW'si vardı da ondan…" diyor Avşar kızı… Bütün mahallenin kızlarının göz diktiği oğlanı tavlamış. Kısa bir flörtün ardından evlenmeye karar vermişler. Baba çok itiraz ettiyse de dinletememiş. 1980'de Etap otelde bütün aşiretin katıldığı bir düğünle evlenmiş Hülya ve eşinin memleketi Antakya'ya göçmüş.

Antakyalı gelin
"Orada ev kızı oldum. Kapalı muhit…Bakkala bile göndermiyorlardı beni. Blucin giymek yasak. Tek eğlence güne gitmek, yanımda eltim, görümcemle ev gezmesi… Müthiş sıkıldım, yüzümü sivilceler bastı." O sıkıntıda çocuk yapmaya kalkıştı Hülya ve hamile kaldı. Henüz 17 yaşındaydı. O yaz, karnında bebeğiyle, eşinin Ziraat bitirme sınavları için Ankara'ya gelmese bugün belki de, Antakya'da çok çocuklu bir gelin olarak yaşıyor olacaktı. Babalarla kızları arasında özel bir ilişki vardır ya, Celal Bey, yüzünü görür görmez anladı kızının mutsuz olduğunu… Babasını anlatırken hâlâ gözleri doluyor Hülya'nın: "Ben onun kıymetlisiydim. 'Mutlu musun?' diye sordu bana… 'Aman baba mutlu olsam n'olur, olmasam n'olur' diye karnımı gösterdim. 'Ne demek o? Mutlu musun mutsuz musun' dedi. 'Valla mutsuzum ama düzelir herhalde' dedim. Orada kesti attı. Geri göndermedi beni…"

Şans dönüyor
1,5 sene evli kaldıktan sonra, karnında dört aylık bir çocukla baba evine dönmüştü Hülya… Daha 18 yaşında dibe vurmuş gibiydi. Ama dibe vurduğu yer, aynı zamanda tırmanışa başlayacağı yerdi. Morali düzelsin diye iki haftalığına İstanbul'a geldi. O iki hafta içinde dört aylık bebeğini aldırdı. Bu arada yakın bir aile dostlarının bürosunda reklamcı Nail Keçili ile karşılaştı. Keçili o aralar Blendax şampuanlarının reklam filmi için bir model arıyordu. Hülya'yı görünce beğendi ve filmde oynaması için iyi bir para (600 bin lira) teklif etti. "Babam öldürür beni, aşirettekiler keser" dedi Hülya… Yine de telefon edip sordu babasına "Kat'iyen" diye gürledi Celal Bey… Ama teklif öyle cazipti ki, gidip filmi çektirdi Avşar kızı… Daha o ilk çekimde, yıllardır kamera karşısındaymış gibi rahattı. Reklam filmi yayınlanınca Hülya, sarı saçlarıyla bir anda dikkat çekti. Celal Bey bir süre kızına küstü, abilerinin yüzüne bakamadı. Ama daha 'kötüsü' sıradaydı:

Taçsız kraliçe
Bulvar gazetesi bir güzellik yarışması düzenliyordu ve Nail Keçili, gazetenin sahibi olan Ilıcak'lara Avşar'dan söz etmiş, dahası fotoğraflarını da vermişti. Hülya hemen kabul edilmişti. Bunu öğrenince yine babasından habersiz İstanbul'a gelip, Erol Atar'a resimler çektirdi. Nihayet bir gün Bulvar'da Hülya Avşar'ın mayolu fotoğrafı yayınlandı. Yine isyanlardaydı Celal Bey… Kızının telefonlarına çıkmadı. Ama Hülya Avşar, o yarışmada birinci olunca barıştılar. Lâkin kraliçe, tahtına oturamadan tacı elinden alındı. Evli olduğu ortaya çıkmış, 'skandal' basına yansımıştı. Ne var ki, 'taçsız kraliçe' basın için daha ilginç bir haberdi ve Hülya, bu sayede bir anda şöhreti yakaladı. Şimdi film teklifleri, sahne tekliflerini izleyecek, Hülya bir daha baba evine dönmeyecek ve şöhret asası o günden sonra bir daha elinden düşmeyecekti.

"Bir kadının isteyebileceği her şeyi elde ettim"

Bugünkü Hülya Avşar, huzurlu ve dingin bir kadın… İstanbul Golf Kulübü'nde bir bagiyle (golf arabası) çimler üzerinde gezerken hayatından son derece memnun olduğunu anlatıyor: "Her şey istediğim doğrultuda gidiyor. Bir kadının isteyebileceği her şeyi elde ettim. İşim, evim, eşim, çocuğum var. Hayata karşı gardımı çabuk aldım. Küçük yaşlarda para kazandım ve iyi değerlendirdim. Kimseye mecbur kalmadım. İstemedi- ğim hiçbir şeyi yapmadım. Evlenmek, çocuk yapmak istiyordum, yaptım. Ama ne eşim için işimden, ne işim için eşimden vazgeçtim. Evliliğimde de taşlar yerine oturdu. Evlilik zaten bir süre sonra anlayışa, hayatı paylaşıp düzgün yaşamaya dönüşüyor. Bugün nihayet kendi kendime yeter hale geldim. Bu, kendime güvenimi artırdı. Şimdi tam istediıim gibi yaşıyorum. Organizasyon yeteneğim sayesinde, hayatımı ve işlerimi otomatiğe bağladım. Kendime zaman ayırabiliyorum. Her sabah spor yapıyorum. Kızımla yakından ilgileniyorum. O kadar ki, sorsanız beni ev kadını sanabilir. Bir de okul yaptırdım, vicdanım da rahat…"

Peki ya şimdi…?
Bundan sonrası için sinema düşleri kuruyor Hülya Avşar… Özel konserler dışında sahneyi tamamen bırakmak ve tamamen oyunculuıa dönmek, senaryo yazmak, filmini yönetmek istiyor. Ona çok heyecan veren senaryosuna bir göz atmak için not defterinin sayfalarını çeviriyoruz: 'Erkek', 'kadın', 'diğer karakterler', 'tahmini mekânlar', tek tek ayrıntılarıyla tarif edilmiş. Huyları, fiziksel özellikleri, diğerleriyle ilişkileri oklarla işaretlenmiş. Birbirlerine çok yakın olagelmiş üç kızın öyküsü bu… Her şeylerini paylaştıklarını düşünmüşler yıllar yılı… Sonra bir gün içki sofrasında, hiç bilmedikleri sırlar dökülmüş ortaya… Onca yıl, aslında birbirlerinden çok şey sakladıkları çıkıvermiş ortaya… Senaryo geliştikçe, öykü kadın-erkek ilişkilerine, ihanetlere, yaşanmamış duygulara uzanıyor. İlham kaynaklarını soruyorum Avşar'a: "Çevremde gözlediğim ilişkilerden çıkardığım karakterler, ilişkiler bunlar benim" diyor. Sonra filmin ana fikrine geliyor: "Monogami (tek eşlilik) bize göre değil. Belki de evlilikler başka bir düzene bağlanmalı. İnsanlar birbirine sadece sevgiyle bağlı kalmalı. 'Evlisin, şunları yapamazsın' demek bir süre sonra insana işkenceye dönüşüyor. Böyle başlamadı, ama yazdıkça bunları sorgulayan bir öyküye dönüştü senaryom."

"Tişört pahalıydı, kendim üretmeye karar verdim"
Söyleşiye beyaz bir tişörtle geldi Hülya Avşar… Sonradan anladık ki, bu, onun 'son numarası'… Evet Hülya Avşar şimdi de 'tişört üreticisi' olarak çıkıyor karşımıza… "Nereden çıktı bu iş?" diye soruyorum. "Şımarıklık oldu biraz" diye anlatmaya başlıyor. Beyaz tişörte çok düşkünmüş. Ancak bulmakta zorlanıyormuş. Bir gün ünlü bir mağazada tam üstüne göre bir model bulmuş. Bir de ne görsün. Etikette '350 milyon' yazıyor. Sinirlenmiş ve tam bir Hülya Avşar tepkisi verip "Kendim yaparım" demiş. Avşar marka beyaz tişörtler bugün piyasaya çıkıyor. Fiyatı 29 milyon 500 lira…

Kaynak:Milliyet - Can Dündar

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home