Hülya Avşar

Pazar, Aralık 28, 2003

Avşar yaklaşımının sosyolojik tahlili

HÜLYA AVŞAR VE BÜTÜN KADINLAR

Doksanlı yılların başında Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu tarafından Ankara’da Aile Şûrası düzenlenmişti. Bu ilk Aile Şûrası toplumun çeşitli kesimlerinden ve üniversitelerden bir çok kişiyi bir araya getirmişti. Kadın ve aile üzerine tartışma ve müzakereler, farklı görüş ve yaklaşımlarla canlı bir entelektüel platform oluşturmuştu. Bütün katılımcılar bu kültürel hareketlilik ve çok seslilikten memnun görünüyordu. Ancak bir sorun vardı. Toplumun tümünü ilgilendiren ve böylesine verimli geçen bir toplantının salonlarda kalacak olması ve gerçek adreslerle muhatapların bu gelişmeden haberdar olamayacakları düşüncesi katılımcıları üzmüş görünüyordu. Bu çerçevede ortaya çıkan sitem üzerine ünlü sinemacı, rejisör Halit Refiğ söz aldı ve şunları söyledi: “Gerçekten bu organizasyonun bir şeyi eksik. Eğer Hülya Avşar da buraya çağırılsaydı, medyanın konuya ilgisi de daha farklı ve istekli olurdu. O zaman Şûra’nın aktüel sonuçları çok yaygın bir etkiye sahip olurdu.” Bu konuşmanın tebessüm ve alkışlarla karşılandığını hatırlıyorum.

Hülya Avşar Marka mıdır, Model midir?

Sayın Refiğ burada, popüler ilginin yaratılmasında popüler simgelerin önemine işaret etmektedir. Hülya Avşar adının tüm etkinlik ve organizasyonları popüler bir cazibe merkezi haline getireceği var sayılmaktadır. Ünlü kadınlar, sinema ve medya dünyasının starları bu işlevi en yüksek düzeyde yerine getiren modellerdir. Hülya Avşar bu kategorinin son yıllara damgasını vuran bir ismidir. Marka olduğunu öne sürmekte ve böyle anılmayı önemsemektedir. Bu ekonomik tanımlanma kendisi için ne kadar geçerli ve gerçekçidir? Tartışılabilir; ama Avşar’ın modern Türk kadının önündeki modellerden biri olduğunda kuşku yoktur. O nedenle bir model olarak yapıp ettiklerinin, düşünce ve söylemlerinin her zaman toplumsal bir yankıya uygun olduğu söylenebilir. Onun bu çerçevedeki söylemlerinden biri de Milliyet’in Popüler Kültür Gazetesinde Can Dündar’a verdiği röportajda yer alıyor. Bu uzun röportajın özeti olabilecek kısmında aynen şunları söylüyor:

“Her şey istediğim doğrultuda gidiyor. Bir kadının isteyebileceği her şeyi elde ettim. İşim, evim, çocuğum var. Hayata karşı gardımı çabuk aldım. Küçük yaşlarda para kazandım ve iyi değerlendirdim. Kimseye mecbur kalmadım. İstemediğim hiçbir şeyi yapmadım. Evlenmek, çocuk yapmak istiyordum, yaptım. Ama ne eşim için işimden, ne işim için eşimden vazgeçtim. Evliliğimde taşlar yerine oturdu. Evlilik zaten bir süre sonra anlayışa, hayatı paylaşıp düzgün yaşamaya dönüşüyor. Bugün nihayet kendi kendime yeterli hale geldim. Bu kendime güvenimi artırdı. Şimdi tam istediğim gibi yaşıyorum. Organizasyon yeteneğim sayesinde, hayatımı ve işlerimi otomatiğe bağladım. Kendime zaman ayırabiliyorum. Her sabah spor yapıyorum. Kızımla yakından ilgileniyorum. O kadar ki, sorsanız beni ev kadını sanabilirler. Bir de okul yaptırdım, vicdanım rahat...”

Bir kadının isteyebileceği her şey

Hülya Avşar’ı son beyanatıyla bizim sütunlarımıza taşıyan “bir kadının isteyebileceği her şeyi elde ettim” şeklindeki iddialı sözleridir. Açıklamaya bakılırsa bir kadının istediği her şey Avşar’a göre kontrolünde giden bir hayat, kimseye mecbur kalmadan yaşama, para kazanmak ve kazandığı parayı değerlendirme becerisi, kendine güven, kızıyla ilgilenmek, spor yapmak, evliliği rayına oturtmak, kocayı işe, işi kocaya karıştırmamak.

Hiç kuşkusuz bu röportajın yılın son ayına rastlaması ve milli piyango biletlerinin piyasaya arz edildiği günlerde yayımlanmış olması bir rastlantıdır. Aksi halde Avşar’ın trilyonlar size çıksa ne yapardınız? sorusuna cevap verdiğini sanacak insan. Doğrusu ortalama bir kadınının beklentilerine tercüman olabilecek bir yaşam gardı için Hülya Avşar olmaya gerek var mı? diye sorası geliyor insanın. Elbette böyle bir soru Avşar’ın bu ortalamanın neresinde olduğu kadar, gerçek temsil düzeyi ile de ilgilidir? Eğer Avşar kızı kendini ortalama bir temsil yeteneğinde görüyorsa sorun yok. Ama bu durumda da söz konusu ortalamanın çok üstündeki dünyevî ve toplumsal hırslar nasıl açıklanacaktır? Bunca uğraşlar, bunca girişim çabası, medyatik serüven, sahne aktivasyonu, evliliğin bilinen dalgalanmalarıyla can siperane mücadelenin bir açıklaması mutlaka olmalıdır? Eğer onun yaşama ilişkin tüm beklentileri söz konusu röportajda söyledikleriyle sınırlı ise bu, düşünen insanlara modern kadının konumuna ilişkin değerlendirme hakkı vermektedir.

“Türk Aile Sosyolojisi” açısından

Bu değerlendirme basında pek fazla hevesli bulmadı. Birkaç örnekten en dikkat çekici olanı ise Avşar’ın sözlerini makalesine başlık yapan Milliyet yazarı Ece Temel Kuran’ın yazısı oldu. Bu yazı, her şeye sahip olduğunu öne süren birinin gerçekte mutsuzluğu üzerinden üretilen bir paradoksa işaret eder.

Ben de Fakültemde, yüksek lisans öğrencilerimle Türk Aile Sosyolojisi dersinde tartıştım Avşar’ın sözlerini. Avşar’ı modern kadının modeli haline getiren etkenlerden biri kadın özgürlüğü konusunda simgesel bir öykü ortaya koymasıdır. Bu öykü, “kadın özgürlüğünün kadının ekonomik bağımsızlığı ile birlikte yürüdüğü” argümanı üzerine gelişir. Avşar örneğinin buna bir kanıt olarak ortaya çıkması gerekirdi. Oysa böyle olmamış, öğrencilerim Avşar’ın özgürleşmediğini tersine, “topluma” ve “toplumsala” oynadığını belirtmişlerdir. Bu da hiç kuşkusuz Hülya Avşar’ın şahsında toplumsalın tanımında ve sınırlılığında gelişen bir kadın modeli yaratmıştır. Başkaları ne der? Nasıl görünüyorum? Nasıl görünmemem gerekiyor? gibi sorular hayata karşı gardını alan bir kişiden çok kamuoyuna ve toplum baskısına karşı geliştirilen kadınsı reflekslerdir. Avşar röportajı satır araları ile daha çok işte bu refleksleri ortaya koymaktadır. Ekonomik gücüyle şahsında modern kadının olası konumuna şekil ve yeni boyutlar getirmesi gereken bir model her nedense bu güçten beklenen bireysel retoriğe (ifade gücüne) ulaşamamıştır. Bugün sığındığı masum sükûnet ve sakin liman bile tanımını bireysel ifadeden almamaktadır.

Hülya Avşar: Her şeyi kendisi için isteyen kadın

Bu aşamada soru şudur. Eğer bir kadının isteyebileceği her şey Avşar’ın detayıyla sınırlı ise bütün bunlar için Hülya Avşar olmaya, kendini bunca sıkmaya gerek var mıdır? Yok değilse, bunca birikim neden çok farklı bir vizyon üretememiştir. Yoksa kadın özgürlüğü üzerinden yapılacak bir vizyon tanımının ekonomik etken dışında başka etkenlere mi ihtiyacı vardır? Ve acaba bu entelektüel boyut olabilir mi?

Bir kadının isteyebileceği her şey”, söyleminde “her şeyi kendi için isteyen bir kadın” fazla manidar değildir. Hülya Avşar bir çeşit savunma olan açıklamasında her şeyi kendisi için yapan ve isteyen bir kadın profili çizmektedir. Oysa böyle bir şey için kendini fazla sıkmaya hiç de gerek yoktur. Ortalama kentli kadınların hayat manevrası zaten bu minval üzere gelişiyor. Onlar da eş, iş, ev, çocuk gibi uğraş ve kazanımlarından arda kalan zamanlarda eğlence ve spora yönelebiliyorlar. Üstelik bu manevralarında dengeler arasında ince hesaplara girmedikleri gibi, üzerinde yürüdükleri yaşam alanı kendi kontrollerinde gelişen sakin bir liman görünümündedir. Görece yapısına rağmen bu liman Hülya Avşar’ınki kadar her an olası fırtınaların tehdidine açık değildir. “Benim annemi beş dakikada kimse harcayamaz” diyen öğrencimin sözleri bu limanın ortalama kadınlara getirdiği güvence olarak algılanabilir.

Şahsında modern Türk kadının toplumsal açılım ve manevra kabiliyeti olduğu varsayılan modellerin, ortalama yaşamlara özgü olarak beklenti ve umutları sınırlaması son derece düşündürücüdür. Hülya Avşar hayat özeleştirisiyle bu çizgide olduğunu bizzat kendisi ikrar ve itiraf etmektedir. Özgür olduğunu bile tartışmaya açık hale getiren bir söylemle çıkmıştır kamuoyunun karşısına. Söyledikleri bir durum tespiti, kişisel bir yaşam retoriği olma yerine geçmişi ve bugününü kamuoyu önünde bir çeşit savunmadır. Hülya Avşar’ın yaşam taleplerinde ekonomik gücü arkasına alan özgür ve çağdaş modern kadın yerine tüm beklentilerini “toplumsala” onaylatma çabasındaki kaderci bir karakter öne çıkmaktadır. O nedenle de tüm dünyevî kazanımları, Avşar’ın öne sürdüğü gibi “bir kadının isteyebileceği her şey” değil, “her şeyi kendi için isteyen bir kadın” imgesine aittir.

Prof. Dr. İSMAiL DOĞAN

Kaynak : Ankara Üniversitesi


Perşembe, Aralık 18, 2003

Can Dündar'ın kaleminden Hülya Avşar


Hülya Avşar, şöhretinin 20. yılında "Avşar elleri"nin üç kuşağını anlattı

Babam, ben, kızım...


18 yaşında İstanbul'a geldi Hülya Avşar… Karnında, bitmiş bir evlilikten artakalan dört aylık bir bebekle… Dibe vurduğu noktada değişti kaderi ve bir starın doğuşu başladı


Hülya Avşar'ı 20 yıldır popüler kültürün kraliçe tahtında tutan nedir? Yeteneğini, güzelliğini, işbilirliğini bir kenara koyarsak-ki aslında her biri, kenara konamayacak kadar etkili vasıflar- bence ona bu tahtı bahşeden asıl özelliği, 20. yüzyılın finaline damgasını vuran bir rüzgarı, daha doğrusu bir ihtiyacı yakalamış olması… O özelliğin adı; özgüven… 1960'ların, 70'lerin o korunmaya muhtaç, boynu bükük, güvensiz, ezik kadınlarının yerine "En güzel benim", "Her şeyi yapabilirim", "Hepinizle baş edebilirim" diyen bir kararlılıkla çıkageldi yeni kadın… Zaman zaman sevimsiz olmayı göze alabilen bir ataklık ve mahremiyete kafa tutan, mahcubiyete meydan okuyan bir yırtıklıkla… "Haddini bil" diyen eski terbiyeye dikbaşlılıkla kafa tuttu. Erkeğinin çapkınlığına göz yumarken bile bunu bir boyun eğişten ziyade gerçekçilik ambalajına soktu. Ama bu huylar onda sakil durmadı. Sinemadan, müziğe, dergicilikten, penyeciliğe, tiyatrodan, felsefeye kadar her alana 'cüretle' dalmasında ukalalıktan çok çocuksu bir merak duygusu seziliyordu. Programında konuklarının yorgan altını deşerken, klibinde kalçalarını iki yana sallarken ya da reklamlarda kadın bağını tabu cenderesinden kurtarırken cüretkarlığı-'aşırı' olsa da-'bayağı' değildi. Çocuk sahibi olduktan sonra o polemikçi yırtıcılığının yerini bir dinginlik aldı. Hayata erken karışanların çoğu gibi tez olgunlaştı. Polemiklerden uzak durmaya, rakiplerini zor günde aramaya başladı. Şöhretin kendisini güden bir değnek olmasına izin vermemiş, onu kendi hizmetinde bir saltanat asasına dönüştürebilmişti. Onu bir marka haline getiren bu özelliklerinin ipuçları mazisinde... Hayat öyküsünü okuyunca bunların hiçbirinin tesadüfen edinilmiş vasıflar olmadığını siz de anlayacaksınız. Dadaloğlu'nun "Kalktı göç eyledi Avşar elleri…" diye başlayan dizelerindeki 'eller', Hülya Avşar'ın 'eller'i… Mensubu olduğu Avşar aşiretinin kökleri Kayseri Pınarbaşı'na uzanıyor. Bir Oğuz boyu olan aşiret sonradan Kars'a göçtü. Ardahan'a yerleşti, burada Kürtlere karıştı ve Hülya Avşar'a gelene dek tamamen Kürtleşti. 1960'ların başında Emral adlı bir hemşire, Kars'ta bir doktorun yanına staja geldi. Orada doktorun kardeşi Celal'le tanıştı. Aşık oldular birbirlerine… Ama ikisinin ailesi de istemedi evlenmelerini... Bunun üzerine Celal, Emral'ı kaçırdı. Evlendiler. Emral, aileye gelen ilk Türk gelin oldu. Çift, Emral'ın hemşire olduğu Balıkesir Edremit'e yerleşti. Celal, Emlak Kredi bankasında işe girdi ve daha askere gitmeden Emral hamile kaldı. 1963 Ekiminde sapsarı saçlı bir kızları oldu. Babaanne 'Malakan Curri' dedi küçük kıza; Kürtçe 'Sarı çiyan' anlamında… Sonra Emral, daha modern bir isim taktı: "Hülya…"

Evde Kürtçe
Altı ay sonra Ankara'ya, Emek, İsrail evleri 78. sokağa taşındı Avşar ailesi… ("Hâlâ oraya gittiğimde salya sümük ağlıyorum" diyor Hülya…) Aşiretin çoğu mensubu Başkent'teydi. Celal'ler 14 kardeşti, her birinin en az altı çocuğu vardı. Bu kalabalığın içinde, erkek çocuk gibi yaramaz büyüdü Hülya… İki de kız kardeşi oldu sonradan… Celal Bey, askerden dönünce Emlak Bankası'nın Ulus'taki binasında işe başladı. Babaanne Daduk hiç Türkçe bilmezdi. O yüzden evde Türkçe değil, Kürtçe konuşulurdu. Hülya Avşar, bugün konuşulanları anlayabilecek kadar Kürtçe biliyor, ancak kelimeleri bir araya getirip konuşamıyor.

Ankara'nın milli güzeli
Muhafazakâr baba, kızlarını disiplinli yetiştirdi. İş dönüşü evde olmazlarsa külahlar değişilirdi. Daha altı yaşında Hülya ile kardeşini 19 Mayıs spor salonuna yüzmeye yazdırdı. Kızlar DSİ klübünde lisanslı yüzdüler, sonra voleybol oynadılar, bu sayede erken gelişip serpildiler. Anıttepe lisesinde okumaya başladıklarında öyle alımlıydılar ki, onları neredeyse bütün Ankara tanıyordu: "Çalışkan değildim. Ders çalıştığımı gören olmamıştır. Ders çalışır gibi odaya kapanırdım, ama aslında hocaları dinlediğimle sınıf geçerdim. Dönem başında babama 'Çok kitabım var' diye büyük çanta aldırırdım, (ilk oyunculuk denemeleri!) okula giderken çantanın dibine blucin, tişört, allık vs. koyardım. Ve arkadaşlarla okuldan kaçardım. Okulu kırmak, büyüdüğümüzü gösteren bir şeydi. 4. caddede, Arı sinemasına gelmeden, Bahar pastanesini geçince Santo diye bir yer vardı, oraya giderdik. Bazen de Kızılay'da Sergen'e, Panaroma'ya ve Klüp'e… Henüz Ankara çok küçüktü ve biz Başkent'in milli güzellerindendik o zaman… Hakikaten çok güzel bir kızdım. Şimdi bana güzel müzel diyorlar ama o zamanki halimi görseydiniz…"

Yine göç eyliyor Avşar elleri
Arada Celal Bey, kızlarını Maltepe'de Kebap 49'un yanındaki As sinemasına götürürdü. Brooke Shields'i, Nastassia Kinski'yi, Filiz Akın'ı ve Gülşen Bubikoğlu'nu beğenirdi Hülya… CHP'liydi Celal Bey… Kızı Mülkiye'de okusun istiyordu. Türkiye hareketlenmeye başlamıştı. Hülya'nın okulu solcuların elindeydi, ama oturdukları semt MHP'lilerin bölgesiydi; 7 TİP'li genç oralarda katledilmişti. Korkudan okula gidemediği olurdu. Ailede siyasetle ilgili olanlar vardı. Hülya onlardan biri olmadı. "İyi sıyırdım" diyor bugün… 16 yaşında, yaşıtlarını kuşatan siyasetten sıyrıldıysa da, sevda cenderesinden sıyrılamadı. İsrailevleri'nde oturan, Ziraat fakültesinde okuyan bir oğlana tutuldu. Neden mi? "Kırmızı bir BMW'si vardı da ondan…" diyor Avşar kızı… Bütün mahallenin kızlarının göz diktiği oğlanı tavlamış. Kısa bir flörtün ardından evlenmeye karar vermişler. Baba çok itiraz ettiyse de dinletememiş. 1980'de Etap otelde bütün aşiretin katıldığı bir düğünle evlenmiş Hülya ve eşinin memleketi Antakya'ya göçmüş.

Antakyalı gelin
"Orada ev kızı oldum. Kapalı muhit…Bakkala bile göndermiyorlardı beni. Blucin giymek yasak. Tek eğlence güne gitmek, yanımda eltim, görümcemle ev gezmesi… Müthiş sıkıldım, yüzümü sivilceler bastı." O sıkıntıda çocuk yapmaya kalkıştı Hülya ve hamile kaldı. Henüz 17 yaşındaydı. O yaz, karnında bebeğiyle, eşinin Ziraat bitirme sınavları için Ankara'ya gelmese bugün belki de, Antakya'da çok çocuklu bir gelin olarak yaşıyor olacaktı. Babalarla kızları arasında özel bir ilişki vardır ya, Celal Bey, yüzünü görür görmez anladı kızının mutsuz olduğunu… Babasını anlatırken hâlâ gözleri doluyor Hülya'nın: "Ben onun kıymetlisiydim. 'Mutlu musun?' diye sordu bana… 'Aman baba mutlu olsam n'olur, olmasam n'olur' diye karnımı gösterdim. 'Ne demek o? Mutlu musun mutsuz musun' dedi. 'Valla mutsuzum ama düzelir herhalde' dedim. Orada kesti attı. Geri göndermedi beni…"

Şans dönüyor
1,5 sene evli kaldıktan sonra, karnında dört aylık bir çocukla baba evine dönmüştü Hülya… Daha 18 yaşında dibe vurmuş gibiydi. Ama dibe vurduğu yer, aynı zamanda tırmanışa başlayacağı yerdi. Morali düzelsin diye iki haftalığına İstanbul'a geldi. O iki hafta içinde dört aylık bebeğini aldırdı. Bu arada yakın bir aile dostlarının bürosunda reklamcı Nail Keçili ile karşılaştı. Keçili o aralar Blendax şampuanlarının reklam filmi için bir model arıyordu. Hülya'yı görünce beğendi ve filmde oynaması için iyi bir para (600 bin lira) teklif etti. "Babam öldürür beni, aşirettekiler keser" dedi Hülya… Yine de telefon edip sordu babasına "Kat'iyen" diye gürledi Celal Bey… Ama teklif öyle cazipti ki, gidip filmi çektirdi Avşar kızı… Daha o ilk çekimde, yıllardır kamera karşısındaymış gibi rahattı. Reklam filmi yayınlanınca Hülya, sarı saçlarıyla bir anda dikkat çekti. Celal Bey bir süre kızına küstü, abilerinin yüzüne bakamadı. Ama daha 'kötüsü' sıradaydı:

Taçsız kraliçe
Bulvar gazetesi bir güzellik yarışması düzenliyordu ve Nail Keçili, gazetenin sahibi olan Ilıcak'lara Avşar'dan söz etmiş, dahası fotoğraflarını da vermişti. Hülya hemen kabul edilmişti. Bunu öğrenince yine babasından habersiz İstanbul'a gelip, Erol Atar'a resimler çektirdi. Nihayet bir gün Bulvar'da Hülya Avşar'ın mayolu fotoğrafı yayınlandı. Yine isyanlardaydı Celal Bey… Kızının telefonlarına çıkmadı. Ama Hülya Avşar, o yarışmada birinci olunca barıştılar. Lâkin kraliçe, tahtına oturamadan tacı elinden alındı. Evli olduğu ortaya çıkmış, 'skandal' basına yansımıştı. Ne var ki, 'taçsız kraliçe' basın için daha ilginç bir haberdi ve Hülya, bu sayede bir anda şöhreti yakaladı. Şimdi film teklifleri, sahne tekliflerini izleyecek, Hülya bir daha baba evine dönmeyecek ve şöhret asası o günden sonra bir daha elinden düşmeyecekti.

"Bir kadının isteyebileceği her şeyi elde ettim"

Bugünkü Hülya Avşar, huzurlu ve dingin bir kadın… İstanbul Golf Kulübü'nde bir bagiyle (golf arabası) çimler üzerinde gezerken hayatından son derece memnun olduğunu anlatıyor: "Her şey istediğim doğrultuda gidiyor. Bir kadının isteyebileceği her şeyi elde ettim. İşim, evim, eşim, çocuğum var. Hayata karşı gardımı çabuk aldım. Küçük yaşlarda para kazandım ve iyi değerlendirdim. Kimseye mecbur kalmadım. İstemedi- ğim hiçbir şeyi yapmadım. Evlenmek, çocuk yapmak istiyordum, yaptım. Ama ne eşim için işimden, ne işim için eşimden vazgeçtim. Evliliğimde de taşlar yerine oturdu. Evlilik zaten bir süre sonra anlayışa, hayatı paylaşıp düzgün yaşamaya dönüşüyor. Bugün nihayet kendi kendime yeter hale geldim. Bu, kendime güvenimi artırdı. Şimdi tam istediıim gibi yaşıyorum. Organizasyon yeteneğim sayesinde, hayatımı ve işlerimi otomatiğe bağladım. Kendime zaman ayırabiliyorum. Her sabah spor yapıyorum. Kızımla yakından ilgileniyorum. O kadar ki, sorsanız beni ev kadını sanabilir. Bir de okul yaptırdım, vicdanım da rahat…"

Peki ya şimdi…?
Bundan sonrası için sinema düşleri kuruyor Hülya Avşar… Özel konserler dışında sahneyi tamamen bırakmak ve tamamen oyunculuıa dönmek, senaryo yazmak, filmini yönetmek istiyor. Ona çok heyecan veren senaryosuna bir göz atmak için not defterinin sayfalarını çeviriyoruz: 'Erkek', 'kadın', 'diğer karakterler', 'tahmini mekânlar', tek tek ayrıntılarıyla tarif edilmiş. Huyları, fiziksel özellikleri, diğerleriyle ilişkileri oklarla işaretlenmiş. Birbirlerine çok yakın olagelmiş üç kızın öyküsü bu… Her şeylerini paylaştıklarını düşünmüşler yıllar yılı… Sonra bir gün içki sofrasında, hiç bilmedikleri sırlar dökülmüş ortaya… Onca yıl, aslında birbirlerinden çok şey sakladıkları çıkıvermiş ortaya… Senaryo geliştikçe, öykü kadın-erkek ilişkilerine, ihanetlere, yaşanmamış duygulara uzanıyor. İlham kaynaklarını soruyorum Avşar'a: "Çevremde gözlediğim ilişkilerden çıkardığım karakterler, ilişkiler bunlar benim" diyor. Sonra filmin ana fikrine geliyor: "Monogami (tek eşlilik) bize göre değil. Belki de evlilikler başka bir düzene bağlanmalı. İnsanlar birbirine sadece sevgiyle bağlı kalmalı. 'Evlisin, şunları yapamazsın' demek bir süre sonra insana işkenceye dönüşüyor. Böyle başlamadı, ama yazdıkça bunları sorgulayan bir öyküye dönüştü senaryom."

"Tişört pahalıydı, kendim üretmeye karar verdim"
Söyleşiye beyaz bir tişörtle geldi Hülya Avşar… Sonradan anladık ki, bu, onun 'son numarası'… Evet Hülya Avşar şimdi de 'tişört üreticisi' olarak çıkıyor karşımıza… "Nereden çıktı bu iş?" diye soruyorum. "Şımarıklık oldu biraz" diye anlatmaya başlıyor. Beyaz tişörte çok düşkünmüş. Ancak bulmakta zorlanıyormuş. Bir gün ünlü bir mağazada tam üstüne göre bir model bulmuş. Bir de ne görsün. Etikette '350 milyon' yazıyor. Sinirlenmiş ve tam bir Hülya Avşar tepkisi verip "Kendim yaparım" demiş. Avşar marka beyaz tişörtler bugün piyasaya çıkıyor. Fiyatı 29 milyon 500 lira…

Kaynak:Milliyet - Can Dündar

Cuma, Aralık 12, 2003

"White Company by H" tişört koleksiyonu

Hülya Avşar Modaya El Attı
Ünlü sanatçı Hülya Avşar’ın tişört koleksiyonu, “White company by H” markasıyla Mudo mağazalarında satışa sunuldu. Hülya Avşar’ın uzun süredir üzerinde çalıştığı tişört koleksiyonu, “White Company by H” markasıyla Mudo mağazalarında satışa sunuldu. “White Company by H” markalı ürünler ile Hülya Avşar ve Mudo A.Ş arasında gerçekleşen işbirliği, yapılan basın toplantısıyla tanıtıldı. Mudo Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Taviloğlu, Hülya Avşar ve Mudo işbirliğini duyurmak amacıyla düzenlenen basın toplantısında yaptığı konuşmada, bu işin fikir anasının, yaratıcısının Hülya Avşar olduğunu, kendilerinin sadece pazarlamayı üstlendiklerini söyledi. Avşar’ı bir marka olarak nitelendiren Taviloğlu “Marka olmak kolay değil, bunu 40 senelik deneyimimle rahatlıkla söyleyebilirim. Beyaz tişört işi çok doğru bir iş. Ben hatırla iş yapmam, doğru olduğu için böyle bir işbirliğine gittik. Parayı hiç konuşmadık, ürün iyi olduğu için semeresi de olacaktır” diye konuştu. Tişörtlerin 18.5 ile 28.5 milyon lira arasında değişen fiyatlarla bugün itibariyle tüm Mudo mağazalarında satışa sunulduğunu kaydeden Taviloğlu, kalitesine göre tişörtün fiyatının ucuz olduğunu bildirdi. Hülya Avşar da konuşmasında, kaliteli beyaz tişört bulmak çok zor olduğu için bu işe girmeyi yıllardan beri düşündüğünü belirterek, “Ticari beklentim yok, tamamen hobi. Bir sanatçı olarak topluma birşey kazandırıp, vergimi ödemek istiyorum, Türkiye’nin buna ihtiyacı var. Beyaz tişört dendiğinde adres biz olmalıyız” dedi. Tişört koleksiyonunun 9 ürün çeşidiyle ve içinde kendisinin imzalı kartıyla satılacağını kaydeden Avşar, çok iyi satış beklediğini söyledi.

ARAP ÜLKELERİ VE JAPONYA’DAN TALEP GELDİ

Tişörtün sadece yurtiçinde satılacağını belirten Avşar, “Ama Arap ülkelerinden de çok isteniyor. Bakacağız, bu konuda tamamen acemiyim, Mudo sayesinde yol alıyorum” diye konuştu. Avşar, tişört koleksiyonunda daha sonra kendi özel eşyasının resimlerinin yer aldığı baskılı modellerin üretileceğini, çocuklar için de üretim yapmayı düşündüğünü kaydetti. Avşar, ayrıca ileride kendi mağazasını da oluşturmayı planladığını bildirdi. Ürünlerden sorumlu “White Company by H” adlı firmanın yetkilisi Evin Şaşmaz da yurtdışına çalışan Türkiye’deki büyük bir firmanın sadece kendileri için tişört üretimi yaptığını belirtti. Piyasaya ilk etapta 11 bin adet olarak sundukları ürünlere diğer mağaza zincirlerinden de talep geldiğini ifade eden Şaşmaz, bir soru üzerine, “Dubai, Arabistan, Ortadoğu, Japonya’dan bile ürüne talep geldi. Japonya’da İlhan Mansız ile birlikte Hülya Avşar da tanınıyor” dedi.

Kaynak: çeliknet